Evde kaldığımız bu süreçte yaptığımız en önemli şey dizi ya da film izlemek oldu.
Geçtiğimiz günlerde, üniversite yıllarımızda her hafta heyecanla yeni bölümünü beklediğimiz, Çağan Irmak imzalı 40 bölümlük unutulmaz dönem dizisi Çemberimde Gül Oya’yı tekrar izledim. 12 Eylül öncesi Türkiye’sinde gençlerin daha iyi bir ülke için hayallerini, ideallerini, arkadaşlıklarını, dostluklarını, aşklarını, sevdalarını ve kimilerine göre o ‘küçük’ hayatların ‘büyük’ umutlarını yeniden anımsadım.
O insanlar belki tüp, yağ ve şeker kuyruklarındaydılar ama mutluydular, umutluydular. Geleceğe dair biriktirdikleri tonla düşleri vardı. Henüz düş kurmanın yasak olmadığı, en azından buna karışılmadığı dönemlerdi. Sonra bir sabah ansızın düşleri de ellerinden alındı. Umutları, hayalleri, her şeyleri çalındı.
Sanırım bu kısmı tanıdık geliyor biraz…
12 Eylül’den kalan ve hala yaşatılan kötü bir mirasın üzerinde debelenip duruyoruz. Bir hayali olanı anlamak yerine, alaya alıyoruz. Çok diretirse farklı şekilde etiketleyip, sindiriyoruz. O yüzden çocukların bir hayali yok. Gençler, kendilerine sunulan ‘paket hayatlar’ üzerinden bir seçim yapmak zorunda kalıyor. İstediğimizi değil, istenilen hayatları yaşıyoruz.
Peki tüm bunların basketbolla ya da bir basketbol sitesiyle ne alakası var? Hayatta hiçbir şey tesadüf değildir. Her şey aslında birbiriyle pamuk ipliğine bağlıdır, biz fark edemeyiz çoğu zaman.
Direnmek İsteyenler Ama Direnci Kırılanlar
12 Eylül öncesi Türkiye’sinde işçiler yavaş yavaş bilinçlenmeye başlamış, öğrenci hareketleri onlara bir ışık olmuş ve emeklerinin karşılığını alabilmek adına ‘grev’ denen haklarıyla tanışmışlardı.
Artık ’emek’ karşılığını alabilcekti. En azından öyle düşlüyorlardı. Ama ortaya bu kez ‘grev kırıcılar’ çıktı. Greve giden işçilerin yerini daha ucuza dolduracak kişiler bulunuyordu. Emek yine sırtından bıçaklanıyordu…
Geçtiğimiz günlerde çok sevdiğim ve karakterine çok değer verdiğim BSL seviyesinde koçluk yapan bir abimizle sohbet ediyoduk. Bana önümüzdeki yıllarla ilgili planlarını anlatırken, ”Aslında o kadar hayalim var ki, biliyorum yine birçoğu havada kalacak.” dedi. Anlattığı şeyler de öyle uçuk kaçık hayaller değil. Kafasında bir sistem, o sisteme uygun olduğunu düşündüğü oyuncular ve bu yola baş koyacak bir ekip sadece. Ancak Türkiye’deki basketbol sektörü buna bile izin vermiyor. İstediği bir oyuncu var, o oyuncuyu alabilmek için yanına istemediği bir oyuncuyu daha şart koşuyorlar. Ekibine almak istediği biri var ama onu alabilmek için ‘Bizden de birini alacaksın!’ dayatması oluyor.
Eğer bunlara karşı koymaya kalkarsa, onun yerine bunları yapmaya dünden razı, sistemin çarkına dişli olmaya hevesli koç adayları da vardı.
Hadi Bakalım Sıkıyorsa Yapma
12 Eylül’le birlikte gelen sıkıyönetim kararları çok can yakmıştı. Ama en çok da önümüzdeki yıllara büyük ‘darbe’ vuracak şeylere zemin hazırlamıştı. Kimse farkında değildi belki, her şeyi tetikleyecek ve mafyatik bir dönüşüme neden olacak çark hazırlanmıştı bile.
Kimse hakkını aramadığı sürece isyan, isyan olmadığı sürece de sıkıntı olmazdı ne de olsa…
Yıllar önce sayfamızın diğer yazarlarından Özgün’le (Özgün Çamkuşu) birlikte bir röportaja gitmiştik. Genç jenerasyondan bir koçla sohbet edecektik. Bizim de içimizde bir heyecan vardı haliyle. İleri de o koçun iyi yerlere geleceğinden emindik. Böyle bir isimle röportaj yapmak da mesleki olarak bizim için mutluluk vericiydi.
Doyurucu bir röportajın ardından kayıt dışı sohbet etmeye başlamıştık. Genç koç, henüz kariyerinin başında yaşadığı zorluklardan bahsediyordu. Kendisine üstü kapalı yapılan tehditleri anlatırken, ”Benden şu şu oyuncuları almazsan sana bu sektörde ekmek yedirmem!” diyen bir menajerin de kulaklarını çınlatıyordu. Kimi kime şikayet etmesi gerektiğini o da bilmiyordu, biz de…
Nasıl Çıkar Karanlıklar Aydınlığa
Öğrencilik yıllarımızda Nazım Hikmet’in, ”Ben yanmazsam, sen yanmazsan, biz yanmazsak, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa…” dizeleri dilimize pelesenk olmuştu.
O zamanlar aydınlık için yanmaya hazırdık. Okul bitti, hayat tokadını acı şekilde indirdi. Sanki hayallerimizi üniversitesi kapısında bırakmıştık. Hepimiz bir yerlere savrulduk. Bir şekilde tutunmaya çalışıyorduk hayata, hayallerimizi anımsıyorduk arada, hayıflanıyorduk. Kendimizi işimize adıyorduk, ardından fark ettik ki, aslında hangi sektörde olursan ol, emeğin çektiği zulüm aynıydı.
Uzun yıllar geçmişti aradan, mesleki anlamda kendimi tatmin edecek birçok şeyin altına imza atmıştım. Ama dönüp baktığımda isyan ettiğim, değiştirmek istediğim hiçbir şeyi değiştirememiştim. Çarkın sağladığı mutlulukla yetinmişim meğerse. İşte bu noktada sevgili dostum Özgün bana eski günlerimi yeniden ve heyecanla hatırlattı, farkında olmadan.
Özgün’ün bir hayali vardı Baskettr’yi oluştururken. Tüm temiz duygularıyla Türk basketbolunun ve basketbolcusunun yanında olmak istiyordu. Bana hayallerinden ilk bahsettiğinde (açık konuşmak gerekirse) boşa uğraştığını düşünmüştüm. Çünkü biz de zamanında bu ülke için birçok şey düşünmüş ama kaçını gerçekleştirebilmiştik? Bir yola girecektik ama bu yolda kaç kişiyle yürüyecektik? Kaç kişi sesimizi duyacaktı? Kaç kişiye sesimizi duyurabilcektik?
Aslında bunların hiçbir önemi yoktu. Önemli olan tarihe not düşmekti, yazdıklarını kayıda geçmekti, korkmadan ve çekinmeden. Günü geldiğinde zaten hak elbet ettiğini alacaktır.
Küçük Kara Balık
Çemberimde Gül Oya’yla başladık, öyle bitirelim. Yurdanur öğretmenin, öğrencisiyle yaptığı o konuşma aslında bana biraz da Özgün’ün söylediklerini anımsattı.
Ne güzel diyordu Yurdanur öğretmen, ”Ya beni de yanlış anlarlarsa, ya beğenmezlerse..” diyen öğrencisine;
”Olsun, sen gene de bir hikaye anlat. Beğenen, inanan birileri çıkacaktır elbet.”
Bizim hikayemiz de aslında yeni başlıyor. Anlatılmaya değer her hikayeyi anlatmak için. Bizim bir derdimiz var, karanlıkları aydınlığa çıkartmak gibi. Bizim bir hayalimiz var, hayallerini gerçekleştirmek isteyenlerin hayallerine daha büyük ‘hayaller’ katmak gibi.
Ve bu sayfalar, her zaman kendi hikayesinin kahramanı olmak isteyenlerin kalemi olacaktır, başkalarının değil.
Kemal Erdem
[email protected]