Hayatta en zor şey çok sevdiğiniz ve değer verdiğiniz birini ya da birilerini yazmaktır. Ne kadar özen gösterirseniz gösterin, hep bir eksiklik hissi uyandırır. Eskiden yazdıklarımızı yırtıp atardık, şimdi silip atıyoruz.
Günlerdir Zeljko Obradovic’le ilgili o kadar çok şey yazıyorum ki, sonra beğenmiyorum ve silip baştan başlıyorum. Ne yapsam olmuyor. Onu anlatacak cümleleri toparlamakta zorlanıyorum. En iyisi bunu sonraya bırakmak dedim ve Obradovic’in ülke basketboluna neler kattığını, bundan sonra ise neler olacağına dair bir şeyler yazmak istedim.
Biraz uzun bir yazı olacak ama olabildiğince özetlemeye çalıştım. Yazının içersinde ‘bundan sonrasına’ dair kısım biraz varsayım, bazı şeyleri hiç temenni etmiyorum ama yaklaşan tehlikeyi sezmek için de kahin olmaya gerek olmadığını biliyorum.
Şunun altını net bir şekilde çizmek istiyorum. Türk basketboluna geçmişte çok büyük emekleri olan isimlere saygım sonsuz. Biz, zaten onlarla büyüdük ve onlarla sevdik bu oyunu. Burada anlatılmak istenen ise çok farklı. Amaç, geçmişte basketbolumuza hizmetleri dokunanlara saygısızlık yapmak değil, bir basketbol adamının ülkeye gelişiyle birlikte çıtanın hayallerin ötesine çıkması ve bunun yansımalarıdır.
Zor Zamanlardan Geçildi
Türk basketbol tarihinde bir daha yaşanması neredeyse imkansız olan üst üste 5 Final Four, 3 final ve 1 şampiyonluk süreci doğal olarak akıllarda yer ediyor ama Obradovic de çok zor zamanlardan geçti.
Henüz ilk senesinde koçla ilgili, ”Komisyoncu, Sırpları kayırıyor, Türkiye’yi sallamıyor…” manşetleri atıldı, böyle yazılar yazıldı. Bunları çoğunu kimse hatırlamaz, bazıları ise bilmez bile. Biz, o günlerde bir kültürün ve bir ekolün 1 yılda inşa edilemeyeceğini söyleyip, bu zihniyet karşısında savaş veriyorduk. Basın sektörünün içindeki bazı kalemşörler, kendilerine yakın idareciler görevden uzaklaştırılıyor diye Obradovic’e belden aşağı vurma gafletinde bulunuyorlardı. Euroleague’de gelen ilk Final Four bu insanları biraz susturdu. Ama sonrasında aynı kişiler, sanki Türk takımları her sene Final Four yapıyormuş havasına girip, bu kez Final Four yetmez hani final demeye başladılar. Final gelince de, hani şampiyonluk dediler. Euroleague şampiyonluğu geldiğinde ise bütçe diye ağlaşmaya başladılar. Yani Obradovic ağzıyla kuş tutsa, bir kesimin ona karşı olan kini ve nefreti bir türlü bitmedi.
Bu kulaklar, üstelik bu işten ekmek yiyen oyuncu, koç ve yönetici kısmından, ”Ne olmuş 5 Final Four yapmışsa, sadece 1 şampiyonluk var.” lafını duydu. Ve bunu söyleyen oyuncular, kariyerleri boyunca böyle bir başarıyı asla göremeyecekler. Bunu söyleyen yöneticinin kulübü, ki şu an öyle bir kulüp yok, tonla para harcayıp sadece kümede kalmayı başardı. Bunu söyleyen koç ise daha önce benzer imkanlar eline geçmesine rağmen, işi eline yüzüne bulaştırdı. Bu gözler, ‘Obradovic’e verilen parayla BSL’de bir takım kurulur, o paraya yazık…” diyecek kadar akıl noksanlığı barındıran yazılar okudu.
Tüm bunları gördüğünüz zaman ve üstelik böyle bir değer de ülkeden ayrıldıktan sonra bu işlerin içinde kalmanın ne kadar anlamı var, orası da ayrı bir tartışma konusu.
Camiada Güzel İnsanlar da Var
Kariyerindeki en büyük başarısı rakip taraftarı tahrik ederek, onların nefretini kazanmak olan ve bununla da garip bir şekilde gurur duyan bazı oyuncuların aksine, Türk Telekom koçu Burak Gören’in geçtiğimiz günlerde Zeljko Obradovic’le ilgili söylediği sözler gerçekten çok anlamlıydı. Bir basketbol adamına yakışır bir şekilde Obradovic’e veda etti. Gören, yıllarca rakip olduğu meslektaşına gösterdiği saygıyla, daha da büyük saygı kazandı. Saygı, sadece saha sonuçlarıyla değil, saha dışında gösterdiğiniz duruşla da alakalıdır.
Obradovic’i de Obradovic yapan sadece kazandığı sayısız başarılar değil, rakibine duyduğu saygıdır. 7 yıl boyunca bir kez olsun ne rakiple ne de rakip taraftarla uğraştı. Sadece işini yapmaya çalıştı ve işini yapan herkese de saygısını gösterdi.
Obradovic’le ilk röportajımda o kadar heyecanlanmıştım ki, elim ayağıma dolanmıştı. Kaldı ki, bugüne kadar hiçbir röportajımda o hale düşmemiştim. Ama karşımda Avrupa basketbolunun yaşayan efsanesi vardı. Röportaj esnasında sıcakkanlı ve babacan tavırlarıyla beni sakinleştiren ve o güven duygusunu veren ise 9 Euroleague şampiyonluğu bulunan o efsaneydi. Röportajın bitiminde daha ben elimi uzatamadan, elini uzatan ve teşekkür eden de yine Obradovic’ti. 7 yıl boyunca ne bir basın toplantısında ne bir medya gününde ne de özel bir röportajda karşısındaki insana ‘tepeden’ bakmamıştır. Sizden biri olduğunu ve hayat felsefesinin de bunu gerektirdiğini hep hissettirmiştir.
Meğer Ülke Basketbol Aşkıyla Yanıyormuş
Obradovic’in gidişiyle de birçok şey öğrenmiş olduk, öğrenmenin yaşı yok. Azınlık olsalar da bir kesim var ki, meğer ezelden beri basketbol aşkıyla yanıp tutuşuyorlarmış da bizim haberimiz yokmuş. Obradovic’in Türk basketboluna kattıklarını anlatmaya çalışırken, bu kesim bir anda ortaya çıkıp, ”Biz basketbolu sizin gibi Obradovic’le sevmedik, öncesinde de seviyorduk.” gibi konuyla alakası olmayan tuhaf bir söylem içine girebiliyor.
Mesleki olarak bu işlere başladığımda Fenerbahçe henüz Ülker’le birleşmemişti. Diğer büyüklerin de sponsorlukları yoktu. Hatta ‘büyüklerin’ salonlarda (aralarında oynadıkları maçlar dışında) taraftarı bile yoktu! Çekirdek bir kitle vardı, dönemsel olarak zaman zaman salonlar dolardı ama asla tutarlı ve geniş bir kitleye rastlayamazdık. Anadolu Efes’in tekelinde geçen ve zaman zaman onu zorlayan takımların çıktığı dönemler yaşadık. BSL’nin bir marka değeri, Euroleague’in de pek bir anlamı yoktu insanlar için. Basketbolu takip eden kitlenin %90’ı da NBA dışında maç izlemezdi ekranlarda. Sembolleşmiş bazı basketbolcular dışında diğerlerinin adını sanını duyan da yoktu. Çünkü basketbolun bir marka değeri oluşmamıştı. Ekonomik anlamda pazar payı da bu kadar yüksek değildi.
Düşünün, sahada bir oyun oynuyorsunuz ama sizi ne yazan ne çizen ne de takip eden var! Bundan zevk alacak kadar mazoşist oyuncularımız ve koçlarımız varsa o başka. Sahnenin etrafı halen kalabalıkken bazı şeyleri algılayamazsınız, ama bir gün sahneye çıktığınızda ve o boşluğu hissettiğinizde ne demek istediğimi çok daha iyi anlayacaksınız.
Siirtli Çocuklar Bu Oyunu Onunla Sevmişti
Bizim elit kesim belki basketbolu Obradovic’le birlikte sevmedi ama Siirtli Muhammet Ali ve Birdal gibiler bu oyunu onunla sevmişti. 2017’de çekilen o fotoğraf halen hafızlarda tazeliğini koruyor.
Biz, Obradovic’in basketbolumuza katkılarını anlatırken, işin bu yönünü de hesap ederek yazıyorduk. Obradovic, 7 yıl içinde sadece Fenerbahçe’nin çıtasını değil, rekabetin doğası gereği diğer kulüplerin de çıtasını (kendi imkanları dahilinde) yükseltmeye zorladı ve bunu da o süreçte başardı. Salonlar eskiye nazaran daha fazla doluyordu, TV’de bütün maçlar veriliyordu, basın mensupları röportaj peşinde koşup, farklı içerikler üretmeye başlıyordu. Bu iş Obradovic’le başlamıştı ama basketbolun içinde yer alan herkese yaramıştı. Sadece Obradovic’i değil, herkesi yazmak gerekiyordu, adalet bunu gerektirirdi. Ve herkesin isminin her sayfada, her sitede, her köşede bir yeri olmaya başlamıştı. Birinin yazmadığını diğeri yazıyor, diğerinin yazmadığını öbürkü yazıyor ve basketbol geniş kitlelere yayılıyordu.
Şimdi tüm bu kazanımları yok saymaya kalkmanın, ‘ama biz bu oyunu onunla sevmedik ya’ demenin, basketbolun tarihsel sürecinde hiçbir karşılığı yoktur.
Lale Devri ve Sonrası
Elbette tüm bunlar, ”Obradovic olmasaydı, olmazdık!” demek değildir. Obradovic olmasaydı yine bu ülkede basketbol diye bir oyun olacaktı. Ama ne bu kadar reytingi ne pazar payı ne de geniş kitlesi olacaktı. Belki de şu an 20’li yaşlarındaki bazı basketbolcular, oynayacak bir kulüp ya da daha doğru bir ifadeyle kendini döndürecek bir kontrat bulamayacaktı. Çünkü pazar olabildiğince küçülecekti.
Bazı kararların sonuçları hemen kendini göstermez, zaman alır. Üzülerek söylüyorum ki, Obradovic’in gidişi kötü bir domino etkisi yaratacak. Her şeyden önce ‘rekabet’ kavramı gün geçtikçe geri plana atılacak. Doğal olarak seyir zevki düşecek. Salonlar eski doluluğunu kaybedecek, heyecan yavaş yavaş yerini sıradanlığa bırakacak. Böyle olunca işin basın kısmında da basketbol cazibesini kaybedecek. Düne kadar 10 kişinin geldiği basın tribününde 2 kişiye şükredilecek. Bazı salonlara kimseye gitmeyecek. Umarım ben yanılırım ama yanılacağımı hiç sanmıyorum. Bu işlerle uğraşan birçok arkadaşım, meslektaşım var. Hemen hemen hepsi benzer endişelere sahip. Hatta heyecanını şimdiden yitirmiş olanlar bile var. Bu sene bir şekilde geçecek ama önümüzdeki yıllar basketbol adına karanlık bir tüneli işaret ediyor. Ki ülke ekonomisinin gidişatını da hesap edersek, artık hiçbir şey zaten eskisi gibi olmayacak.
Bu ülkeden Zeljko Obradovic diye bir efsane geldi, geçti. Ardından (pazarın da daralmasıyla) büyük umutları olan ama lobisi olmayan koçlar gidecek. Bazı potansiyelli gençler, ‘buradan bize ekmek çıkmaz’ diyerek kendini geri çekecek. Yıldızları daha parlamadan onlar da sönecek. Sonra bu işe gerçekten emek veren, namusuyla ayakta durmaya çalışan ve kimseye eyvallahı olmayan gazeteciler, yazarlar ve yorumcular sessizce veda edecek. Bugün birçok kişi tehlikenin farkında değil tam olarak. İyiler gittiğinde kötüler hüküm sürer. İşte o sessizlik anında sizin çığlıklarınızı duyurabileceğiniz kimse kalmayacak.
Obradovic, sadece Fenerbahçe için değil, bugün gidişinden keyif aldığını bildiğimiz bazı oyuncular ve koçlar için de çok büyük kayıp olacak.
Kemal Erdem
[email protected]